Sıklıkla 20-30’lu yaşlarda (erkeklerde erken, kadınlarda geç dönemleri), kişide toplumsal, mesleki işlevsellik kaybına neden olan, biyolojik ve genetik yatkınlıkların şart olmasa da daha belirgin olduğu bir hastalıktır. Erkeklerde, kadınlara göre daha sıktır ve toplumda yüzde 1 oranındadır.
Hastalık pozitif ve negatif olarak adlandırılan iki belirti grubuyla seyreder. Pozitif olarak adlandırılan; sesler duyma, hayaller görme, konuşmalarda dağınıklık, tuhaf/anlamsız davranışlar ya da donakalma gibi belirtiler görülürken bazende negatif olarak adlandırılan; yüzünde, duygularda donukluk, düşüncelerde, konuşmada yavaşlama, içerik azalması gibi belirtilerle kendisini belli eder.
Hastalık bazende 18 yaşından önce başlar, 12-18 yaş arasında erken başlangıçlı, 12 yaşından önce başladıysada çok erken başlangıçlı olarak adlandırılır.
Bazen başlangıç öncesi, tuhaf düşüncelerin, davranışların eşlik ettiği depresyon, obsesif kompulsif bozukluk gibi belirtilerle başlayıp zaman içinde şekil değiştirerek ortaya çıkabilmektedir (prodrom).
Erken hastalık başlangıç yaşı, ilk başlama belirtilerinin yavaş ve sinsi seyretmesi olumsuz gidişat lehinedir. Bununla birlikte erken tanı ve tedavi başlanması ilerleyici seyri olan bu hastalığın kişide zamanla düşünce fakirleşmesi gibi bazı kayıplar yaşamasını yavaşlatmaktadır.
Tedavisinde biyolojik tedavilerin yeri ve etkinliği büyüktür. Malesef psikoterapilerden hiç birinin tek başına bu hastalığa karşı etkinliği yoktur. Fakat ilaç tedavisine eklenen psikoterapi, rehabilitasyon desteği iyilik halini olumlu yönde etkilediği düşünülmektedir. Bazı terapi türlerinin özellikle; psikodinamik yönelimli psikoterapiler, hipnoz/hipnoterapi, şema terapi gibi terapi türlerinin psikotik bozukluk adını verdiğimiz bu hastalık grubunda kullanılmamasının daha iyi olacağı kanaatindeyim zaten kullanılabilecek tekniklerde ciddi sınırlamalar ve büyük bir tecrübe gerekliliği vardır. Fakat grup, destekleyici ve uğraş terapileri sıklıkla uygulanmaktadır ve işlevselliğe de oldukça etkilidir.
İlk olarak 2002’de Delroy Paulhus ve Kevin Williams tarafından bahsedilen kişiliğin karanlık üçlüsü, narsisizm (kendini aşırı önemseme), makyavelizm (stratejik sömürü ve aldatma) ve psikopatiden (duyarsızlık ve kinizm) oluşur. Günümüz terminolojisinde bu üç bileşeninnarsisizm hariç, diğerleri kişilik özellikleriolarak yer almakta olup, tanımlanmış kişilik bozukluklarının bir ya da bir kaçında, aşağıda belirtileceği gibi ortak özellikler olarak bulunmaktadır.
Kişilik
Kişilik; bireyin süreğen biçimde, kendisi ve çevresini algılama, yorumlama ve davranışlarıyla bütünleşen, diğer bireylerden ayırt edilebilen örüntüsüdür. Kişiliklerimizde doğadaki gibi rengarenktir. Hatta temel renklerden ziyade daima karışımdır. Her ne kadar psikolojide temel kişilik örüntüleri tanımlansa da, tabi ki hiç birimiz tamamıyla bir gruba dahil değiliz. Obsesif, antisosyal, asosyal, şizoid, narsisist, paranoid, borderline gibi bir çok özellikleri içeren tanımlamalar mevcuttur. Eğer bu özellikler kişinin, kişiler arası ilişkilerinden, işlevselliğine kadar ciddi derecede olumsuz etki ediyorsa bozukluk olarak adlandırılmaktadır. Hangi özellik daha baskınsa sıklıkla o isimler kullanılmaktadır.
Peki neden bu tanımlamalara ihtiyaç duyulmuştur?
İnsanların kişilik örüntülerini neden sınıflandırılma ihtiyacı duyulur ki? Etik ya da ahlaki mi? diyenler vardır elbet. Bunun birinci sebebi öngörülebilirliği arttırmaktır. Her kişilik özelliğinin belirli bir davranış, duygu, düşünce paterni olması ve bunun saptanabilmesi psikoterapi sürecinde işe yaramakla birlikte günümüz modern yaşamında; bireysel yetiler gerektiren işlerde çalışacak kişilerin doğru seçilmesi gibi durumlar dahil büyük önem arz etmektedir. Örneğin antisosyal kişilik bozukluğu olan bireye silah kullanma yetkisi verilmesi (örn. polis, asker…) kaçınılmaz olarak bir felaketle sonuçlanacaktır. Keza nasisist bir yönetici ya da çalışan, iş yeri verimliliği ve çalışanların huzuru için uzun vadede olumsuzluk getirecektir.
Kötücül Üçlü:
Narsisizm
Kelimenin kökeni Yunan Mitolojisindeki Narcissustan gelir. Türkçeyeözseverlik olarak çevrilebilir. Narsisizm, kişinin kendini beğenmesi, değerli, önemli olduğunu hissetmesi ile ilişkilidir. Tabi ki bizim konumuz olan patolojik olan, bireyin aşırı kendini beğenmesi, empatiden yoksun, aşırı değerli olduğunu düşünmekle birlikte çevresindekilerini hor gören, daima haklı olan, asla özür dilemeyen, küçümseme ve aşağılayıcı tutumları yaşam tarzı edinmiş narsisistik kişilik yapısı. Ne kadar şiddetliyse altında bir o kadar düşük benlik saygısıyla (aşağılık kompleksi) karşılaşma olasılığımız yüksektir.
Psikopati
Psikopati, kelime olarak “psiko-patolojik olan” kelimesinin kısaltması anlamındadır ve geniş bir kavramdır bu nedenle bu tanımlama terminolojik olarak sağlıklı olmamakla birlikte olmakla birlikte, yazarların burada kastettiği (ya da çevirilerde düzeltilmesi gerektiği düşünülen terminoloji); davranış dürtü sorunları yaşayan, empatiden yoksun, hakaret, tehditkar tutumu yaşam tarzı edinmiş, kinci, acımasız, önemli bir kısmının antisosyal kişilik yapısının içeriğinde bulunan özelliklerin bulunması.
Makyavellizm
Niccolo Machiavelli 1500 lü yıllarda yaşamış, devlet adamı, Floransalı düşünürdür. İtalyan Rönesans hareketinin en önemli figürlerindendir. En ünlü kitabı olan Prens (De Principatibus) bir hükümdarın saltanatını nasıl ayakta tutabileceği ve hükümdarlığını nasıl daha da güçlendirebileceği üzerine görüşlerini belirttiği kitap en bilenen aynı zamanda tartışılan eseri olmuştur.
Prens adlı kitabında hükümdarın; -Kaba ve ahlaksız sanılmamak için dindar görünmeye çalışmak, hükümdarın gerektiği zaman dini de alet olarak kullanması gerektiği, -İktidarın alınışı ve korunması gibi bir durumda ahlaki kaygıları dikkate almaması gerektiği şeklindeki düşünceleri, çok uzun süre tartışılmış ve eleştirilerin odağı olmuştur. Zamanla dün söylediklerini ertesi gün inkar eden ya da tersini savunabilecek kadar tutarsız davranan, amaca ulaşmak için her yolu mübah sayan kısaca ahlaka karşı menfaati önceleyen yaklaşımı benimseyen manüplatif kişileri tanılamak için makyavellist kelimesi dilimize yerleşmiştir.
Sonuç Olarak;
Bir araya gelme olasılığı yüksek olanbu üçlü kişilik özelliklerinin bulunduğukişilerle, bireysel ilişkilerde, iş yaşamımızda, sosyal yaşamımızda karşılaştığımız takdirde büyük sorunların bizi beklediğini her daim aklımızda bulundurmalıyız.
Bilişsel Çarpıtmalar, Bilişsel ve Davranışçı Psikoterapide terapinin bilişsel yönü çalışılırken bilinmesi gereken en önemli konulardan birisidir. “Biliş” kelimesi tanım olarak her ne kadar gündelik kullanımda “düşünce” olarak kullanılsa da içeriği daha geniştir. Latince “cognoscere” teriminin karşılığı olup; bilmek, kavramsallaştırmak ve tanımak anlamına gelir. İngilizce “cognition” kelimesinden türetilen “kognisyon” olarak ta kullanılmaktadır. Biliş, olay ya da durumlar dahil çevresel ya da içsel verileri ele alıp analiz eden buna göre yorumlama ve çıktılar üreten sistemin bütünüdür.
Beynimiz, gündelik yaşamımızda olay ya da durumları analiz edip duygusal ve davranışsal çıktılar üretirken; şemalarımız – temel inançlarımız, öğrenmiş, deneyimlemiş olduğu veriler, hatta genetik gelen özellikler dahil mevcut veritabanı çerçevesinde işlemler yürütür. Tabi ki bu işlem yürütme hepimizde farklılıklar gösterir. Bu analiz sisteminde bazı hatalar dolaylı olarak çıktılarında hatalı olmasına neden olur.
Gündelik yaşamımızda hepimiz bu düşünce hatalarını yaparız, bu oldukça normaldir. Fakat bu hataların sıklığı ve şiddeti yüksekse artık duygusal çıktılarımızdan davranışsal yanıtlarımıza kadar sorunlar baş göstermeye başlar.
İşte bu noktada bu hataları tanımak ve bunların farkına varıp çalışmak bilişsel ve davranışçı psikoterapi gören danışanların olmazsa olmazıdır.
Bilişsel hatalar / çarpıtmalardan en sık kullanılan ve iyi tanımlanmış 10 tanesini sıralarsak;
Bilişsel Çarpıtmalar
1. Aşırı Genelleme
Olay ya da durumların her zaman negatif sonuçlanacağı yönünde çarpıtma vardır. Olumsuz sonuçlanan bir olay karşısında “zaten hep böyle oluyor/olacak” çıkarımı hakimdir.
Bu bilişsel hata da olayların istatistikleri göz ardı edilir daima negatif bir sonuçla karşılaşılacağı veya karşılaşıldığı varsayılır.
2. Olumluyu Geçersiz Kılmak
Kişinin negatif temel inançları doğrultusunda, olay ya da durumları yorumlarken olumlu verileri göz ardı edip olumsuz çıkarımlar yapmasıdır. Sıklıkla olumlu verileri de değersizleştirme mevcuttur.
Örneğin, başarısız olduğu inancına sahip olan bireyin geçtiği ya da başardığı bir sınav için; “Zaten kolaydı, herkes yapabilir” demesi gibi.
3. Kişiselleştirme
Hiç bir bağlantısı olmadığı olay ya da durumlarda dahi kişinin kendisine negatif atıflarda bulunmasıdır.
Örneğin, çocuğu hastalanan bir annenin hemen kendini kötü sorumsuz bir anne olarak suçlaması gibi.
4.Ya hep ya hiç düşüncesi
Kişinin olay ya da durumlarda çıkarımlarının kutupsal özellikler göstermesidir. Sonuçlar ya siyah ya beyazdır gri asla bulunmaz.
Örneğin, sınavları iyi olan bir öğrencinin bir sınavdan düşük alması sonrası ben aptalım başarısızım gibi anlamlar çıkarması gibi. Ya da düzenli spora başlayıp, bir kez antrenmanı kaçırdığında tüm çabalarının boşa gittiğini düşünme gibi.
5. Felaketleştirme
Olay ve durumlar karşısında kişinin en kötü senaryoyu düşünmesi, böyle sonuçlanabileceğini varsaymasıdır.
Örneğin, sabah uyandığında kolunun üzerine yattığı için uyuştuğunu gören kişinin felç olduğunu düşünmesi gibi.
6. Duygulardan Çıkarsama Yapma
Nasıl hissediyorsam kesin öyle sonuçlanacak gibi bir inanca kapılmadır. Kişinin bir hobiye başladığında ilk anlarda sıkılıp tamamıyla sıkıcı olduğuna inanmasından, yola çıkarken kötü hissettiği için tatilinde kötü geçeceğine inanmaya kadar pek çok örnek verilebilir.
7. Zihinsel Filtreleme
Pek çok veri içinde kişinin sadece belli bir veriyi yakalaması ve geri kalanını yok saymasıdır. Örneğin bir sunumundan geri bildirim alırken pek çok olumlu cümle içinde yapıcı dahi olsa bir eleştiriye odaklanıp tüm sunumun çok kötü olduğuna inanmaktır.
8.Etiketleme
Aşırı genellemenin özelleşmiş hali gibidir. Kişinin kendisi ya da çevresindekiler için bütünü görmeyip küçük olumsuzluklar ya da hatalar karşısında önyargıda bulunmasıdır. Bir kez işe geç kalan arkadaşına tamamıyla sorumsuz olarak eleştirmek, kötü geçen bir sınavdan aptalım gibi kendini etiketlemek örnek olarak verilebilir.
9. -meli -malı Cümleleri
Kişinin kurallar çerçevesinde hayatın işleyişini yorumlaması, varsaymasıdır.
İyi bir insan asla hata yapmamalı. Mutlu olmak için çok paran olmalı gibi.
10. Zihin Okuma / Falcılık
Patronunun yüzünün asık olduğunu gören çalışanın kesin kendisine sinirlendiğini düşünmesi gibi.
Telefonunu arkadaşı açmadığı için hiç sevilmediğini değer verilmediğini düşünmek gibi.
Görüldüğü üzere çoğu olay ya da durumlarda birden fazla bilişsel çarpıtma bir arada bulunmaktadır. Kişinin özellikle hangi bilişsel çarpıtmaları aşırı kullandığını belirleyip bunların farkındalığına varması ve üzerinde çalışmalar yapması; duyguların olması gerekene ya da şiddetine gelmesine yardımcı olacaktır.